Cumhuriyetin Redd-i Miras Politikası ve Kürt Meselesi
Tarihsel İttifaktan Demokratik Açılıma
ARALIK 2025
Mehmet Hanifi ALIR
23.Dönem Ağrı Milletvekili
Cumhuriyetin Redd-i Miras Politikası ve Kürt Sorunu
Giriş
1920’de Türkler ve Kürtler, büyük fedakârlıklarla yürütülen Kurtuluş Savaşı’nın ardından Türkiye Devleti’ni kurmuşlardır. İlk Kurucu Meclis’in kararıyla kabul edilen 1921 Anayasası, bu ortak mücadelenin bir mutabakat belgesi olarak tarihe geçmiştir. Ancak 1923’te Cumhuriyetin ilanı ve 1924 Anayasası ile birlikte kurucu irade, geçmişle bağlarını koparan bir redd-i miras anlayışını benimsemiştir. Bu redd-i miras, tarih, dil ve inanç alanlarında kendisini göstermiştir.
Redd-i Tarih
Cumhuriyet yönetimi, Büyük Selçuklular, Anadolu Selçukluları ve Osmanlı İmparatorluğu’nun bin yıllık İslam medeniyetini arka plana itmiştir. Bunun yerine Göktürkler ve Hunlar gibi daha eski Türk boyları ön plana çıkarılmıştır. Oysa dünya tarihine yön veren üç büyük medeniyet vardır:
- Mezopotamya ve Aryan medeniyeti (Sümer, Akad, Asur, Babil, Medya, Persler),
- Helen ve Roma medeniyeti (Atina, Sparta, İskender, Roma),
- İslam medeniyeti (1500 yıldır süren ve günümüzde 2,5 milyar nüfusa sahip). Cumhuriyetin kurucu kadroları, İslam medeniyetinin bu güçlü tarihsel mirasını görmezden gelmiştir.
Redd-i Lisan
Osmanlıca, 600 yıl boyunca imparatorluk dili olarak kullanılmış, çok kültürlü ve zengin bir yapıya sahip olmuştur. Cumhuriyet yönetimi bu dili bir gecede terk etmiş, yerine yapay kelimeler üretmeye çalışmıştır. 1932–1934 yılları arasında “tasfiyeci” dil hareketiyle Arapça, Farsça ve Kürtçe kökenli kelimeler dışlanmış, halk tarafından benimsenmeyen yeni kelimeler türetilmiştir. Bu başarısızlığın ardından 1935–1936 yıllarında Güneş Dil Teorisi ortaya atılmıştır. Teoriye göre dünyadaki tüm dillerin kökeni Türkçedir. Ancak bu iddia bilimsel olmaktan çok ideolojik bir işlev görmüş, 1940’lardan itibaren terk edilmiştir.
Redd-i İnanç
1924 Anayasası ile birlikte 1500 yıllık kültürel ve dini miras büyük ölçüde yok sayılmıştır. Din adamları ve alimler ağır baskılara maruz kalmış, kimisi idam edilmiş, kimisi sürgüne gönderilmiştir. Mehmet Akif gibi önemli şahsiyetler bu süreçten etkilenmiştir. Başörtüsü ve tesettür yasakları ise 2000’li yılların başına kadar devam etmiştir.
Kürt Sorunu ve Redd-i Miras
Cumhuriyetin ilk yüzyılında redd-i mirastan en büyük payı Kürt halkı almıştır. Kürtlerin Türklerle ortak tarihi örtbas edilmiş, inkâr edilmiş, yasaklanmış ve değiştirilmiştir. Kürt kimliği yok sayılmaya, hatta yok edilmeye çalışılmıştır. Bu durum, Cumhuriyetin kuruluş sürecinde ortak mücadeleyle elde edilen kazanımların göz ardı edilmesine yol açmıştır. Cumhuriyetin redd-i miras politikaları, tarih, dil ve inanç alanlarında köklü bir kopuş yaratmıştır. Bu kopuşun en ağır sonuçlarını Kürt halkı yaşamış, ortak tarih ve kültür bağları zayıflatılmıştır. Bugün Türkiye’nin demokratikleşme sürecinde, bu redd-i mirasın eleştirel bir şekilde yeniden değerlendirilmesi ve tarihsel gerçeklerle yüzleşilmesi gerekmektedir.
Kürtlerin Türklerle Olan Ortak Tarihinin Üstünün Örtülmesi
Türklerin Kürtlerle yaptığı tarihî ittifak, Türk boylarının Anadolu kapılarını açmasına ve yaklaşık altı yüzyıl boyunca üç kıtada hüküm sürmesine en büyük katkıyı sağlamıştır. Araplardan sonra İslamiyet’i kabul eden ilk kavim olan Kürtler, Moğol ve Çin arasında sıkışan Müslüman Türk kardeşlerinin Anadolu’ya yerleşmelerine destek olmuşlardır. Bu ittifak, aynı zamanda Bizans ile İran arasında sıkışan Kürtler için de güçlü bir dayanak oluşturmuştur.
Kürtler, yüzyıllar boyunca iç içe yaşadıkları halklardan ziyade İslam’a yeni geçmiş Türklerle ortak inanç değerleri ve göçebe/dağ kültürünün yakınlığı sayesinde daha kolay kaynaşmış, güçlü bir tarihsel ittifak ortaya çıkmıştır. Türklerin tarih boyunca elde ettiği büyük başarıların çoğu, Kürtlerin desteğiyle mümkün olmuştur.
Tarihsel İttifak Örnekleri
- 1029–1040 Gazneli–Oğuz Boyları ve Dandanakan Savaşı Oğuz boyları Horasan’a yerleşmeye çalışırken Gaznelilerle çetin savaşlar yapıyordu. 1029’da Gazneliler ile Oğuzlar arasındaki savaşta, Gazneliler içindeki Kürt komutan ve askerlerin Oğuz saflarına geçmesiyle Gazneliler yenildi. Bu gelişme Oğuzların Horasan’a ve Anadolu kapılarına ilerlemesini sağladı. 1040 Dandanakan Savaşı’nda ise Tebriz’deki Revadî Kürt Hanedanlığı’nın dolaylı desteği Selçuklu Devleti’nin kuruluşuna zemin hazırladı.
- 1064 Kars ve Ani Seferi Selçuklular ile Şeddadîler arasında kurulan ittifak, Bizans’a karşı önemli bir güç birliği oluşturdu. 1064’te düzenlenen seferle Ani ve Kars alındı. Ani’de bugün hâlâ ayakta olan Manuçehr (Şeddadi emiri) Camii, bu ittifakın tarihî bir hatırasıdır.
- 1071 Malazgirt Zaferi Alparslan, Mervanî Kürt emirliğinin silahlı gücünü yanına alarak Bizans’a karşı Malazgirt’te zafer kazandı. Kürtlerin desteği olmadan bu zaferin gerçekleşmesi mümkün değildi. Eğer Mervanîler Bizans’ın yanında yer alsalar idi sonuç farklı olurdu.
- 1187 Kudüs’ün Geri Alınması Haçlı Seferleri sonucunda işgal edilen Kudüs, Nureddin Zengi ve Eyyubîlerin Kürt–Türk birlikteliği sayesinde geri alındı.
- 1402 Ankara Savaşı Osmanlı şehzadesi Çelebi Mehmed, savaş sonrası Amasyalı Kürt Beyazıt Paşa tarafından kurtarılarak Amasya’ya götürüldü. Bu olay Osmanlı’nın fetret devrinden çıkışında önemli bir dönüm noktasıdır.
- 1450’ler Karakoyunlu ve Akkoyunlular Kürt emirlikleri Karakoyunlu ve Akkoyunlularla sıkı ilişkiler kurmuş, karşılıklı evlilikler ve ittifaklarla siyasi güç dengelerinde rol oynamıştır.
- 1514 Çaldıran Savaşı Yavuz Sultan Selim ile İdris-i Bitlisî arasındaki ittifak, Osmanlı’nın Ortadoğu’da imparatorluk haline gelmesinde belirleyici olmuştur. Ridaniye, Mercidabık ve Çaldıran savaşları bu ittifakın ürünüdür.
- 1840–1910 Osmanlı Reformları ve Kürtler Tanzimat Fermanı ile Kürt emirliklerinin statüsü iptal edilince Botan Mirleri isyanı başladı. 1847’de Kürdistan Eyaleti kuruldu, 1867’ye kadar sürdü. II. Abdülhamid döneminde ise Hamidiye Alayları ve aşiret okullarıyla Kürtler Osmanlı’ya bağlılıklarını sürdürdüler ve Ruslara karşı 30 yıl Hamidiye Alayları, Hamidiye Suvarıları veya milis güçleriyle savaştılar.
- Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyetin Kuruluşu Kurtuluş Savaşı’nda Kürtler, Türklerle birlikte büyük fedakârlıklar gösterdiler. Erzurum, Sivas, Urfa, Maraş, Antep gibi şehirlerde mücadeleye katıldılar. 1920’de Birinci Meclis ve 1921 Anayasası ile ortak bir devlet kuruldu. Ancak 1923 Cumhuriyetin ilanı ve 1924 Anayasası ile verilen sözler tutulmadı, Kürtlerin kimliği inkâr edildi.
- Kürt Uleması ve İlmî Katkılar Bin yıllık ortak tarih boyunca Kürt uleması ve medreseleri önemli bir rol oynadı. Ebû’l Vefa el-Kürdî, Tacettin el-Kürdî, Molla Gürani, İdris-i Bitlisî, Mevlana Halid-i Bağdadî ve Bediüzzaman gibi isimler Anadolu’nun ilmî ve kültürel hayatına yön verdiler.
Cumhuriyetin ilk yüzyılında Türk halkına yönelik redd-i miras politikaları uygulanırken, Kürtlerle Türklerin bin yıllık ortak tarihinin de üstü örtülmüştür. Oysa bu tarih, Anadolu’nun kapılarının açılmasından Osmanlı’nın imparatorluk haline gelmesine, Kurtuluş Savaşı’ndan Cumhuriyetin kuruluşuna kadar pek çok dönüm noktasında Kürt–Türk ittifakının belirleyici rolünü ortaya koymaktadır.
Cumhuriyetin İlk Yüzyılında Kürtlerin Asimilasyonu, İnkârı ve Yok Sayılmaya Çalışılması
Cumhuriyetin ilk yüzyılında Kürtler, asimile edilmeye, inkâr edilmeye ve kendilerine ait ne varsa yok edilmeye çalışıldı. Bu coğrafyanın en kadim halklarından biri olan Kürtler, binlerce yıldır kendi kültürlerini ve dillerini yaşatmış, Türklerle ise yaklaşık bin yıldır ortak bir kader birliği kurmuşlardır. Ancak bu halkın tarihi, kültürü ve değerleri sistematik biçimde yok sayılmıştır.
Tarih kitaplarında Kürtlere dair herhangi bir bilgi yer aldığında, “Kürt” kelimesi ya silinmiş, değiştirilmiş ya da üstü çizilmiştir. Böylece Kürtlerin geçmişi yok edilerek gelecekleri de ellerinden alınmak istenmiştir. Kürtlerin yaygın deyimiyle, onları “Bêdunde” yani “geleceği olmayan” bir halk haline getirmeye çalıştılar. Kürtçede “bêdunde” nesli olmayan, geleceksiz anlamına gelir. Aynı şekilde “Bêurt” ifadesi de kullanılır. Bu deyim Türkçeye de geçmiştir; birine beddua ederken “Bêdunde olasın” denir, yani “geleceğin olmasın.”
Kürtlerin proto-tarihi olarak kabul edilen Gutiler, Mitanniler, Huriler, Suvariler, Medler ve Kardaklar inkâr edildi. Araplardan sonra İslamiyet’i kabul eden ilk halk olan Kürtlerin 9., 10. ve 11. yüzyıllardaki “altın çağı”na ait Revadîler, Şeddadîler, Mervanîler, Büveyhoğulları ve Eyyubîler gibi hanedanlıklar, emirlikler ve devletler yok sayıldı. Hatta bu dönemlere ait tarihî belgeler bile değiştirilerek gerçeklikleri ortadan kaldırılmaya çalışıldı.
Dünyanın en kadim ve zengin dillerinden biri olan Kürtçe için “bilinmeyen dil” denildi. Oysa Kürtçe’nin zenginliği hamasi bir söylem değil, somut bir gerçektir. Tıbbi terimlerin çoğunun Kürtçe ile birebir aynı olması bunun kanıtıdır. Ayrıca Sümer, Babil, İran, Mısır ve Grek mitolojilerinde geçen birçok kelimenin Kürtçe kökenli olduğu görülmektedir. Örneğin:
- Güneş Tanrısı RA: Kürtçede “RA” veya “RO” güneş demektir. “RO” veya “ROJ” ise gün anlamına gelir.
- Tanrı Zeus (Deus): Kürtçede “Dêw” devler anlamında kullanılır.
- Kadın Tanrıça Ninna (İştar): Kürtlerde hâlen ailede en değerli ve saygın hanımefendilere “Nenê” denir.
Velhasıl, yaklaşık 150 yıllık Kürt sorunu Lozan Antlaşması’ndan sonra 1924 Anayasası ile daha da çetrefilli bir hale gelmiştir. 1924 Anayasası, bir redd-i miras olarak 1500 yıllık bir dünya medeniyetini, 1000 yıllık ortak tarihi ve kadim Kürt halkını inkâr etmiştir. Bu süreç onlarca âlimin ve münevverin hayatına mal olmuştur. Kimisi idam edilmiş, kimisi ise Mehmet Akif Ersoy gibi sürgünde ve gurbet ellerde hayatını kaybetmiştir.
Redd-i Miras’ın Sonuçları
Redd-i Miras’ın sonunda ortaya çıkan sonuçlar :
- Onlarca İslam âliminin idam edilmesi veya sürgüne gönderilmesi, dindar insanların küçümsenmesi ve dışlanması, yıllarca süren başörtüsü yasağı ve zulmü.
- Her 15 yılda bir tekrarlanan darbeler sistemi.
- Onlarca Kürt elit ailenin sürgünü ve yerinden yurdundan olması
- Onlarca Kürt isyanı. Örneğin:
- Nasturi Ayaklanması (1924) Hakkâri ve çevresinde Nasturi (Asuri) topluluğu ile devlet arasında sınır ve otorite çekişmesi.
- Şeyh Sait İsyanı (1925) Diyarbakır, Elazığ, Bingöl bölgelerinde. Cumhuriyet’in ilk büyük Kürt isyanıdır.
- Koçgiri Sonrası Bölgesel Hareketler (1925–1926) Erzincan–Sivas hattında küçük çaplı kalkışmalar.
- Sason Ayaklanmaları (1925–1930) Sason ve çevresinde aralıklı çatışmalar.
- 1. Ağrı Ayaklanması (1926) Ağrı Dağı ve Doğubayazıt civarında.
- 2. Ağrı Ayaklanması (1927) Xoybûn örgütü etkili olmuştur.
- 3. Ağrı / Büyük Ağrı İsyanı (1928–1930) En geniş kapsamlı Ağrı isyanıdır. 1930 Zilan Deresi çatışmaları da bu dönemdedir.
- Bicar (Mardin) Ayaklanması (1926–1927) Mardin–Siirt hattında aşiret merkezli hareketler.
- Zilan Olayı (1930) Van’ın Erciş bölgesinde büyük çatışmalar. Ağrı isyanıyla bağlantılıdır.
- Dersim İsyanı (1937–1938) Tunceli/Dersim’de gerçekleşmiştir. Cumhuriyet tarihinin en büyük askerî operasyonlarından biridir.
Asimilasyon ve İnkâr
Asimilasyon, inkâr ve yasaklar yıllarca sürdü. 1980 darbesi sırasında bu uygulamalar daha da ağırlaştı. Sokakta Kürtçe konuşanlara para cezası verildi. Diyarbakır Cezaevi’nde yaşananlar tarihe ağır işkenceler olarak geçti.
1982 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi’nde öğrenci iken Beşiktaş’taki Abdi İpekçi Yurdu’nda kalıyordum. O dönemde Japonların hazırladığı “İpek Yolu” belgeseli TRT’de yayınlanıyordu. Ancak Güneydoğu Anadolu bölümünde Kürtlerin yaşadığı bölgeler “Dağ Türkleri” olarak tanıtılıyordu. Bu durum beni derinden yaralamıştı. Kürt tarihi ve edebiyatına dair kaynak arayışım sonucunda arkadaşım bana Mem û Zin ile Şerefhan Bitlisî’nin ünlü eseri Şerefname’nin fotokopilerini getirmişti. Bu kitapları yatağımın altında saklıyordum.
Bu şartlar altında, rahmetli Süleyman Demirel’in deyimiyle “29. İsyan” başladı. Bu isyan geniş bir taban buldu.
Sonuçlar
- Onlarca Kürt ve Türk genci hayatını kaybetti.
- Türkiye milyarlarca dolar servet harcadı.
- Dış politikada tavizler vermek zorunda kalındı.
- Onlarca Kürt köyü boşaltıldı, insanlar büyük şehirlerde perişan oldu.
- Kürtlere kuşku ile bakıldı; işe girişlerinde ve yükselmelerinde engeller çıkarıldı.
- İnsanlar birbirini “PKK’lı” diye suçlayarak istismar ve fişleme yaptı.
- Binlerce Kürt genci cezaevlerinde yıllarını kaybetti; birçoğu işlerinden atıldı veya görevlerinden uzaklaştırıldı.
Bunca gencin idealizmi, zekâsı, birikimi ve enerjisi; ülkenin servetiyle birlikte daha demokratik, huzurlu, müreffeh ve adil bir Türkiye inşa etmek için harcanmış olsaydı, bugün Türkiye dünyanın sayılı süper devletlerinden biri olabilirdi. Hem Kürtler hem Türkler kazanırdı. Ancak zararın neresinden dönülse kârdır. Bundan sonrası için bu hedef hâlâ mümkündür.
Kürt Sorununu Çözmek İçin Gösterilen Çabalar
Cumhuriyetin ilk yüzyılında Kürt sorununu çözmek için yaklaşım üç hâl olarak değerlendirilebilir:
Birinci Çözüm Hâli: Cumhuriyet kurucularının ortaya koyduğu ve Turgut Özal’a kadar devam eden, Kürtleri asimile etmek, yok saymak, inkâr etmek ve tarihte Kürtlere ait ne varsa silmek.
İkinci Çözüm Hâli: Kürt aydınını, Kürt iş insanını, Kürt yazarını, çizerini, eli kalem tutanı, velhasıl “Ben Kürdüm” diyeni ortadan kaldırmak. Askeri darbeler ve beyaz Toroslar bunun örnekleridir.
Üçüncü Çözüm Hâli: Rahmetli Turgut Özal’ın ve devamında Sayın Tayyip Erdoğan’ın tarihsel perspektif ışığında kardeşlik, kaderdaşlık ve ortak miras şuuru ile çözmeye çalışmalarıdır.
Lozan Antlaşması ve Sonrası
Lozan Antlaşması’nda İsmet İnönü kendini Kürtlerin ve Türklerin temsilcisi olarak gösteriyordu. Mustafa Kemal de buna izin veriyordu. Antlaşma imzalandıktan sonra 1924 Anayasası gündeme girdi ve sonraki süreçte Musul-Kerkük Misak-ı Milli’den vazgeçildi. Osmanlı Kürtleri üçe bölünmüştü. I. Dünya Savaşı’nın emperyalist güçleri İngilizler ve Fransızlar, petrol ve verimli toprakları göz önüne alarak sınırları kendi çıkarlarına göre çizmişlerdi.
1916 yılında, I. Dünya Savaşı devam ederken Osmanlı İmparatorluğu’nun Ortadoğu’daki topraklarının İngiliz diplomat Sir Mark Sykes ve Fransız diplomat François Georges-Picot arasında (daha sonra Rusya’nın da katılımıyla) gizlice paylaşılması için Sykes-Picot Anlaşması müzakere edilip hazırlanmıştır. Bu anlaşma, bölgenin bugünkü siyasi haritasının şekillenmesinde büyük bir etkiye sahiptir.
Mele Mustafa Barzani
1968 yılında Mele Mustafa Barzani, dönemin Türkiye Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a ve Başbakan Süleyman Demirel’e hitaben gönderdiği mektupla, Kürt halkının Irak’taki Arap yönetimi tarafından gördüğü baskıyı ve imha edilme tehlikesini bildirerek Türkiye’den yardım talep etmiştir.
Barzani, uluslararası anlaşmalarla çizilen sınırların keyfiliğine dikkat çekerek şöyle demiştir: “Bize kızıyorsunuz, ama sınırları ne siz tespit ettiniz ne de biz tespit ettik.”
Mektubun ana temasını oluşturan ve Kürt halkının durumunu anlatan kısım ise şöyledir: “Biz, sizin kardeşiniz ve dindaşınız olan mazlum bir milletiz. Büyük Türk hükümeti, bizden niçin lütfunu esirgiyor? Biz, Osmanlı’nın çocuklarıyız. Kader bizi Türk kardeşlerimizden ayırdı. Şimdi biz, bu topraklarda özgürlük mücadelesi veriyoruz. Bizi sindirmek isteyen Irak ordularına karşı kendimizi savunuyoruz.”
Adnan Menderes
Cumhuriyetin kuruluşundan 1950’ye kadar Kürtlerin adı yoktu; asimile edilecek ve yok sayılacaklardı. Merhum Adnan Menderes döneminde Kürtlerin isyanlara karışmış ileri gelen ailelerinin çocuklarının bir kısmı Meclis’e taşınmıştır.
Turgut Özal
Devletin asimilasyon ve yok sayma projesinin ülkeye, Türklere ve Kürtlere huzur getirmeyeceğini ilk olarak merhum Turgut Özal dillendirmiştir. Tarihi referanslara dayanarak kardeşlik esasları üstünde Kürt sorununu çözmeye çalışmış, Kürt halkına kardeşlik elini uzatmıştır. Irak Kürdistan Bölgesi ile sıcak ilişkiler kurmuş ve Türkiye’nin Kürt sorununu çözmeye çalışmıştır.
Özal, Cumhurbaşkanı sıfatıyla ilk olarak kendi oğlunun düğününde Kürtçe müzik çaldırmış, 25 Ocak 1991’de Türkçe dışındaki dillerde (Kürtçe, Lazca, Çerkesçe vb.) konuşmayı ve şarkı söylemeyi yasaklayan 2932 sayılı Kanun’u yürürlükten kaldırmıştır.
Ancak ne yazık ki rahmetli Turgut Özal’ın bu çabaları; kendi hayatına ve onunla paralel düşünen komutanların hayatına mal olmuştur.
- 17 Şubat 1993: Orgeneral Eşref Bitlis, Jandarma Genel Komutanıydı. Kürt sorununun çözümüne dair farklı görüşleri ve raporları olduğu biliniyordu. 17 Şubat 1993’te, yani Özal’dan yaklaşık iki ay önce, bindiği uçağın Ankara’da düşmesi sonucu hayatını kaybetti. Ölüm nedeni resmî olarak kaza olsa da suikast iddiaları uzun süre gündemde kaldı.
- 17 Nisan 1993: Turgut Özal’ın vefatı. Resmi kayıtlara göre 17 Nisan 1993’te kalp krizi sonucu hayatını kaybeden Turgut Özal’ın ölümü, otopsi sonuçlarında zehir bulunması ve eşi Semra Özal’ın zehirlenme iddiaları nedeniyle yıllarca tartışma konusu olmuştur.
- 22 Ekim 1993: Tuğgeneral Bahtiyar Aydın, Diyarbakır’ın Lice ilçesinde uğradığı suikast sonucu yaşamını yitirmiştir. Olay tarihinde Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı olarak görev yapıyordu. Ölümü, dönemin en çok konuşulan faili meçhul olaylarından biri olmuş ve beraberinde pek çok şaibe getirmiştir.
- 4 Kasım 1993: JİTEM’in kurucularından olduğu iddia edilen emekli Binbaşı Cem Ersever, Ankara Elmadağ’da ölü bulundu. Ölümü suikast olarak kayıtlara geçti ve 1993’teki faili meçhul cinayetler zincirinin bir parçası olarak görüldü.
Bu kadar arka arkaya generallerin ve cumhurbaşkanının ölümü, suikastları ve kazaları tesadüf olamaz.
Gerçekten de rahmetli Turgut Özal Kürt sorununu çözmek istiyordu. Samimiydi, cesurdu ve vizyonu oldukça genişti. Hem dünyayı iyi okuyordu, tarih bilincine sahipti hem de Türkiye halkını iyi tanıyordu. O günün siyasetçilerine göre vizyonu en az 50 sene ilerideydi.
Beyaz Toroslar Dönemi
Turgut Özal’dan sonra faili meçhuller ve beyaz Toroslar dönemi başladı. Türkiye’de saygın Kürt iş insanları, aydınları ve din alimleri tek tek öldürüldü. Bir tarafta siyasi baskılar, faili meçhuller; diğer tarafta il ve ilçelerin sokaklarında askeri araçlarla halkı taciz etmeler devam etti.
Arzulananın aksine bu siyasi tutum tam ters etki yarattı. O güne kadar çatışmadan ve silahlı hak arama biçimine mesafeli olan halk, tam tersine daha da yaklaştı. Dolayısıyla faili meçhul ve beyaz Toroslar dönemi Türkiye’nin tarihinde kara bir leke olarak durmaktadır.
SHP ve HEP İttifakı
Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) ile Halkın Emek Partisi (HEP) arasında, Kürt siyasetçilerin Meclis’e girmesini sağlayan 1991 Genel Seçimleri öncesinde ittifak yapıldı. SHP, kapatılma riski altındaki HEP adaylarını kendi listelerinden gösterdi. HEP’li Kürt siyasetçiler TBMM’ye girdi, ancak daha sonra Meclis’te yaşanan Kürtçe yemin krizi ve HEP’in kapatılmasıyla gerginlikler yaşandı. Bu, Kürt siyasi hareketinin Türkiye siyasetinde legal zeminde ilk büyük temsilini sağladı fakat aynı zamanda Kürt sorununun siyasi kutuplaşmasında önemli bir dönüm noktası oldu.
Aynı SHP’nin 18. dönem milletvekili Fuat Atalay, tüzüğün Kürtçe yazılmasını istediği için partiden atıldı
Erdoğan ve AK Parti Dönemi
2000’e gelindiğinde Türkiye kötü idare yüzünden ekonomik dar boğaza girmişti. Kürt sorunu büyüktü. Anadolu’nun köy ve kasabalarından büyükşehirlere yerleşenler kentlerin sosyolojisini değiştirmişti. 28 Şubat kararları ile dindarlar üzerinde acımasız baskılar kurulmuştu.
Bu şartlar altında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni idare etme deneyimini ve özgüvenini kazanan Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde 2002’de AK Parti kuruldu. AK Parti; liberallerden, demokratlardan, mağdur dindar kesimden, Kürtlerden, büyük şehirlerin kenar semtlerine yerleşen Anadolu insanlarının hepsinden destek alıyordu.
AK Parti kuruluşunda çemberini geniş tutmuş; Kürtlerden, Alevilerden, liberallerden, demokratlardan, milliyetçilerden, laiklerden velhasıl ülkenin bütün kesimlerinden insanlara yer vermişti.
AK Parti argümanını ve siyaset stratejisini “3Y” ile formüle ediyordu: yasaklarla mücadele, yolsuzlukla mücadele ve yoksullukla mücadele.
- Yasaklarla mücadele: Dindarlar üzerindeki başörtüsü yasağına, liberal ve demokrat insanlara yönelik yasaklara ve Kürtler üzerindeki baskılara karşılık veriyordu.
- Yolsuzlukla mücadele: Rüşvet, yolsuzluk, adam kayırma ve ülkeyi idare edememe bataklığına karşı temiz siyaset için mücadele ediyordu.
- Yoksullukla mücadele: Büyük metropollerin kenar mahallelerine yerleşen fakir Anadolu halkından karşılık buluyordu.
AK Parti 2007’ye kadar parti kapatma davaları ve devletin yerleşik statükosunun mukavemeti ile mücadele etti. 2007’den sonra merhum Turgut Özal’ın kaldığı yerden devam etmeye çalıştı.
2009–2011 Demokratik Açılım Süreci
(Ocak 2010’da “Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi” adını almıştır.)
Bu süreçte AK Parti verdiği sözleri bütün karşı mukavemete rağmen yerine getirmeye çalıştı. AK Parti’nin ikinci dönemi (2007–2011) içinde Kürt sorununun çözümü için yapılan görüşmeler genellikle Oslo süreci olarak bilinir ve 2009 yılında başlamıştır.
Bu süreç, Demokratik Açılım’ın da başlatıldığı dönemdir. Ancak daha çok bilinen ve “Çözüm Süreci” olarak adlandırılan resmi müzakereler 2013–2015 yılları arasında gerçekleşmiştir. Bu süreçte birçok adım atılmıştır:
- Başörtüsü ve tesettür yasağı kaldırıldı.
- Parti kapatma yasaları değiştirildi. Zira Türkiye yıllarca dindar ve Kürt partilerini kapatma “müzesi” olmuştu. HEP’in devamı olan partiler bu süreçten sonra kendi amblemleri ve siyaset stratejileri ile seçime girebildiler.
- 1 Ocak 2009’da TRT Kurdî (TRT 6) açıldı.
- Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ehmedê Xanî’nin Mem û Zîn adlı eserini Kasım 2010’da yayımladı.
- Kürt sorununun sadece terör sorunu değil, kimlik sorunu temelinde ele alınması gerektiği fikri merkeze alındı. Kürtlerin varlığı ilk kez kabul edildi.
- Ekim 2009’da bir grup PKK mensubu Türkiye’ye giriş yaptı ve kamuoyunda geniş yankı uyandırdı.
- 2010’da 12 Eylül Anayasası’nın 26 maddesinin değişimi için referanduma gidildi. Yüksek oyla kabul edildi.
- Türkiye’de üniversitelerde Kürt Dili ve Edebiyatı (Kürdoloji) lisans programları ilk olarak 2011–2012 eğitim-öğretim yılında Mardin Artuklu Üniversitesi’nde açıldı. Daha sonra Bingöl ve Muş Alparslan Üniversitelerinde de bölümler kuruldu.
Tayyip Erdoğan “kızılcık şerbeti içtim” diyerek elini, kolunu hatta gövdesini koyup kardeşlik ve tarih perspektifi ile çözmeye çalıştığı bu süreç; Oslo görüşmelerinin ses kayıtlarının sızdırılmasıyla 2011’de büyük bir krize neden oldu. Sürecin bozulmasında FETÖ’nün rol oynadığı anlaşıldı. Özellikle 7 Şubat 2012 MİT kumpası soruşturması iddianamelerinde, Oslo görüşmelerine ait ses kayıtlarının olduğu hard diskleri bu yapının yerleştirdiği iddia edilmiştir.
2013–2015 Çözüm Süreci
O dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan ve AK Parti’nin çabası ile 2009–2011 arasında süren Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi; FETÖ’nün sabotajları, Habur’da yaşanan krizler ve taraflar arasındaki güvensizlik nedeniyle bozulunca yeni çözüm süreci daha resmi formatta başladı.
Kürt sorununa kalıcı bir çözüm bulma amacıyla 2013–2015 arasında yürütülen Çözüm Süreci, Türkiye Cumhuriyeti devleti ile Öcalan ve KCK/PKK arasında yürütülen en kapsamlı barış girişimi oldu.
Süreç, 2012’nin sonlarında MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın İmralı’da Abdullah Öcalan ile yaptığı görüşmelerle fiilen başladı. Sürecin en üst düzeydeki siyasi iradesini dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti hükümeti temsil etti.
Sürecin temel mekanizması, MİT ile İmralı’daki Öcalan ve Kandil’deki KCK/PKK yöneticileri arasında kuruldu. HDP milletvekilleri de İmralı–Kandil–Ankara arasında “arabulucu/gözlemci” heyetler olarak önemli rol oynadı.
Atılan Adımlar
- Ateşkes ve çekilme: 21 Mart 2013 Nevruz’unda Öcalan’ın çağrısıyla PKK ateşkes ilan etti ve örgüt üyelerinin bir kısmı Türkiye sınırları dışına çekildi.
- Yasal zemin: 2014’te “Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun” çıkarıldı.
- Akil İnsanlar Heyeti: 63 kişilik heyet ülkenin yedi bölgesinde halkla toplantılar düzenledi.
- TRT Kurdî’nin güçlendirilmesi.
- Özel okullarda anadilde eğitim imkânı.
- Seçmeli Kürtçe derslerin müfredata girmesi.
- Sembolik adımlar: Diyarbakır’da Mesut Barzani ve Şivan Perwer’in katıldığı açılış töreni.
- Rojava Kürtleri ile ilişkiler: Salih Müslim ile temaslar, Süleyman Şah Türbesi konusunda iş birliği.
Sürecin Bozulması
Ne yazık ki süreç tek başına Erdoğan ve hükümet tarafından yürütülüyordu. Devlet içindeki klikler, muhalefet partileri, dış güçler ve Kandil’deki yapılar sürece karşıydı.
2014 Kobanê olayları, Suruç Katliamı (20 Temmuz 2015), Ceylanpınar saldırısı (22 Temmuz 2015) ve ardından başlayan çatışmalar süreci sona erdirdi. Dolmabahçe Mutabakatı sonrası yaşanan kriz de sürecin siyasi zemininin zayıflamasına neden oldu.
2015 ortalarında süreç tamamen bozuldu ve bölgede yeniden çatışmalı bir dönem başladı.
TERÖRSÜZ TÜRKİYE SÜRECİ
Bana göre “Terörsüz Türkiye” kavramı, her ne kadar kamuoyuna yönelik ikna amacı taşısa da doğru değildir. Belki de sosyolojik olarak doğrusu, “Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci yüzyılının demokratikleşme ve büyüme paradigması”dır.
Bu süreç, diğer süreçlerden birçok yönden farklıdır. Yöntem olarak farklıdır. İç ve dış koşullar açısından farklıdır. Tecrübe olarak farklıdır. Niyet olarak farklıdır:
Bir: Her iki taraf için de Turgut Özal döneminden, 2009–2011 arasında süren Demokratik Açılım Süreci’nden ve 2013–2015 arasında gerçekleşen 1. Çözüm Süreci dediğimiz dönemlerden elde edilen tecrübeler vardır.
İki: Önceki süreçler tabandan tavana doğru ilerlerken, bu süreç tavandan tabana doğru ilerlemektedir. Direkt en karşıt olanların sert söylemleriyle tepeden başlamıştır.
Üç: Diğer süreçlerde siyaset inisiyatifi ve çabası varken, bu sefer işin içinde devlet aklı ve siyasetin feraseti vardır.
Dört: Önceki süreçlerde Tayyip Erdoğan ve AK Parti tek başına ipi göğüslerken, bu sefer tüm partiler ve Meclis sürece dahildir.
Beş: Daha önceki dönemlerde Kürtlerin asimilasyonu ve varlık meselesi tartışılırken, bugün Kürtlerin varlığı tartışılmamaktadır. Ancak varlığı kabul edilen Kürt halkının bu varlığı nasıl yaşayacağı tartışılmaktadır.
Altı: Daha önce Kürt sorunu Türkiye özelinde çözülmeye çalışılırken, bugün Suriye ile paralel çözülmek zorundadır.
Yedi: 2024’ten önce Ortadoğu’da İran, Rusya, İsrail ve ABD gibi birçok aktör varken, bugün tek aktör Amerika’dır.
Sekiz: Kürt sorunu bölgesel olmaktan çıkmış, uluslararası bir boyut kazanmıştır.
Dokuz: Güçlü bir başkanlık sisteminin olması çözüm için avantajdır.
On: Kürt sorununu etkileyen dört parametre değişmiştir. Bu da çözümü hem kolaylaştırmakta hem de zorunlu kılmaktadır.
1. ULUSLARARASI DENGELER DEĞİŞTİ
Dünyada ikili sistem değişti. Artık Varşova Paktı yok. Rusya dağıldı, reel sosyalizm iflas etti. Argümanlar değişti. Avrupa yaşlandı, küçüldü. ABD artık tek başına küresel güç değildir. Asya yükseliyor. Hindistan ve Brezilya güç kazanıyor. Çin, gittikçe savaşsız hegemon bir güç oluyor ve ABD’ye tek rakip konumuna geliyor. Rusya, Ukrayna bataklığına saplandı, Ortadoğu’da zayıfladı. ABD, Türkiye ile Asya’yı dengelemek ve Ortadoğu’yu dizayn etmek istiyor. Kürt kartını da Ortadoğu’da elinde tutmak peşinde. Amerika aynı zamanda Avrupa ile Rusya’yı dengelemek ve Ortadoğu’da İsrail kalesini güçlendirip Türkiye ile denge kurmak arzusundadır.
2. ORTADOĞU’DA GÜÇLER DENGESİ DEĞİŞTİ
ABD ve İsrail iş birliğiyle İran’ın Şii Hilali darbe aldı ve etkinliği kalmadı. Esad kaçtı, Rusya Ortadoğu’dan çekilmek zorunda kaldı. Hizbullah, Hamas gibi devlet dışı silahlı grupların sonu gelmeye başladı. İsrail güç kazanmaya başladı.
3. TÜRKİYE’NİN ÖZGÜVENİ ARTTI
Türkiye son yıllarda kendine olan özgüvenini artırdı. Artık kendi SİHA’sını, İHA’sını, uydusunu, silah teknolojisini kendi imkânlarıyla üreten bir ülke. Duble yolları, otobanları, havaalanları, sağlık hizmetleri, lüks hastaneleri ile gelişmiş ülkelerden geri değildir. Yaşlılara, engellilere, dul kadınlara, çocuklara yapılan destek ve hizmetler birçok sosyal devletin ilerisindedir. Hatta en gelişmiş ülkelerin gerisinde değildir.
Ayrıca Türkiye’nin Kürtleri metropollere, büyükşehirlere yerleşmişlerdir. Her ailede bir akrabalık bağı vardır, iç içe geçmişlerdir. Bölünme ve ayrılma hissi kimsede yoktur. Ne bir talep vardır ne de öyle bir eğilim. Olsa olsa eşitlik ve demokrasi yönünden eksiklikler söz konusudur.
4. KÜRT SOSYOLOJİSİ DEĞİŞTİ
Köylerden, kasabalardan çeşitli sebeplerle büyük kentlere ve metropollere yerleşen Kürtler; ilk başta ağır ve angarya işlerde çalışarak geçimini sağlıyordu. Çoğunlukla Adana gibi yerlerde pamuk fabrikalarında ya da büyükşehirlerde inşaatlarda çalışıyorlardı. Eskiden saf köylü iken sadece bir doğrusu varken, şimdi şehirli oldular ve çok alternatifli düşünme kapasitesine ulaştılar.
- Gelişen bilişim teknolojisi
- Bilgiye ulaşma kolaylığı
- Öğrenmenin engel tanımaması
- İş gücü ve öğrenme
- Esnaflık ve ticari deneyim
- Eğitim seviyesinin yükselmesi
- Çatışmalı sürecin yarattığı siyasallaşma
- Kadınların okuması ve sosyal hayata katılması
- Kürt diasporasının güçlenmesi, dört parçada ve dünyanın farklı yerlerinde yaşayan Kürtlerin birbirinden haberdar olması ve siyasallaşması
- Genç nüfusa sahip olunması
Tüm bunlar, Kürtlerin sosyolojisini değiştirmiştir.
Dolayısıyla gelinen aşamada, bu şartlar altında bir çözümün olması mukadderdir. Şimdiye kadar yapılan çalışmalarla belli bir noktaya gelinmiştir. Bundan sonra daha ümit vericidir.
Terörsüz Türkiye Süreci: Başlangıç ve Gelişmeler
Bu süreç, özellikle 2024 yılının son çeyreğinde belirginleşen gelişmelerle başlamış ve büyük ölçüde Cumhur İttifakı (AK Parti ve MHP) ile Kürt siyasal hareketinin temsilcisi olan DEM Parti arasındaki siyasi diyaloglar üzerinden ilerlemiştir.
1. Sürecin Başlangıcı ve İlk Adımlar (2024)
Terörsüz Türkiye sürecinin iç politikadaki başlangıcı olarak görülen kritik adımlar :
- Eylül 2024: Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD dönüşü yaptığı “iç cephe” çıkışı ile güçlü bir anayasa hazırlığında olduklarını duyurmuş, bu da sürecin siyasi zemininin ilk işareti olarak değerlendirilmiştir.
- 1 Ekim 2024: TBMM’nin yeni yasama yılının açılışında, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin DEM Parti milletvekilleriyle tokalaşması ve verdiği barış mesajı, sürecin en somut ve dikkat çekici başlangıcı olmuştur.
- Ekim 2024: Cumhurbaşkanı Erdoğan, ittifak ortağı MHP’ye destek vererek, “Cumhur İttifakı’nın uzattığı elin değerinin muhatapları tarafından anlaşılmasını ümit ediyoruz” demiştir.
- 22 Ekim 2024: MHP Genel Başkanı Bahçeli, PKK kurucusu Abdullah Öcalan’ın tecridinin kaldırılması ve örgütün lağvedildiğinin açıklanması durumunda Meclis’te konuşabileceğini ve “Umut Hakkı”ndan yararlanabileceğini belirterek örgütün feshedilmesi çağrısını yapmıştır.
Bu adımlar, siyasi söylemin değiştiğini ve çözüm odaklı yeni bir yaklaşımın benimsendiğini göstermiştir.
Süreçte Atılan Önemli Adımlar ve Gelişmeler (2025)
2025 yılı boyunca, siyasi diyalog ve somut gelişmelerle süreç hız kazanmıştır:
- Şubat 2025: Abdullah Öcalan, PKK'ya silah bırakma çağrısı yapmıştır.
- 1 Mart 2025: PKK Yürütme Komitesi ateşkes ilan etmiştir.
- Nisan 2025: Cumhurbaşkanı Erdoğan, DEM Parti heyetini Cumhurbaşkanlığı'nda kabul etmiştir.
- 12 Mayıs 2025: PKK, örgütü feshetme ve silahlı mücadeleye son verme kararı aldığını açıklamıştır.
- Temmuz 2025: İmralı'da tutuklu PKK yöneticisi Veysi Aktaş tahliye edilmiştir.
- 27 Temmuz 2025: TBMM Başkanı, "Millî Dayanışma ve Kardeşlik Komisyonu" kurulacağını duyurmuştur.
- Ağustos 2025: Komisyon ilk toplantısını gerçekleştirmiş ve adı "Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu" olarak değiştirilmiştir.
Devam Eden Çalışmalar
- TBMM Komisyonu: Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu çalışmalarını sürdürmüştür. Komisyonun nihai rapor aşamasına getirmiştir.
- Yüksek Düzeyli Görüşmeler: Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın belli periyotlarla DEM Parti heyetini kabul etmesi ve İmralı heyeti ile görüşmesi, sürecin üst düzeyde takibinin yapıldığını göstermektedir.
- Silah Bırakma ve Entegrasyon: PKK'nın silah bırakmasının ardından, örgüt yöneticilerinin üçüncü ülkelere gönderilmesi ve silahlı eylemde bulunmamış mensupların sivil hayata entegre edilmesi gibi konuların devletin ilgili kurumları tarafından çalışıldığı ifade edilmiştir.
ÇÖZÜM ÇARELERİ
Türkiye’nin tarihsel birikimini, Türklerin ve Kürtlerin ortak tarihlerini, dünyada benzer olayların çözüm şekillerini de göz önüne alarak büyük devlet ferasetiyle çözüm üretmek gerekir. Bunun için makro düzeydeki çözümler ve mikro düzeydeki çözümler şeklinde mütalaa edilebilir:
MAKRO DÜZEYDEKİ ÇÖZÜMLER
- 1000 yıllık Türklerin ve Kürtlerin ortak tarihlerini referans alarak çözüm üretmek gerekir.
- Türklerin, Kürtlerin, Arapların 1500 senelik medeniyet kodlarını göz önüne alarak ortak değerler üzerinde birleşmek gerekir. Bu, ümmet anlayışı olabilir, demokratik ulus anlayışı olabilir veya çağdaş demokrasi olabilir. Yani ortak bir şeyi ikame etmek gerekir.
- Vahdette, yani birlikte güç kazanılacağı; ayrımcılığın ve ayrımın uçurum olacağı bilinmeli ve bu bilinç geliştirilmelidir. Toplum buna hazırlanmalıdır. Zira tarihî referanslar, ne zaman birlik olunmuşsa, muazzam bir gücün arkasından geldiğini göstermektedir. Örneğin:
İSPANYA
İspanyol İmparatorluğu'nun temelleri, Kastilya Kraliçesi I. Isabella ile Aragon Kralı II. Fernando'nun 1469'da evlenerek, 1479'da iki krallığı hanedanlık birliği altında birleştirmesiyle atıldı.
Sonuçları:
- Amerika'nın Keşfi (1492): Aynı yıl, Kraliçe Isabella'nın sponsorluğunda Kristof Kolomb'un Amerika'ya yaptığı yolculuk, İspanya'nın denizaşırı sömürgeciliğini ve küresel bir imparatorluk kurmasını başlattı. Yeni Dünya'daki topraklar, kısa sürede imparatorluğun zenginliğinin ve gücünün ana kaynağı oldu.
- Reconquista'nın Tamamlanması (1492): Ferdinand ve Isabella, İber Yarımadası'ndaki son Müslüman kalesi olan Gırnata Emirliği'ni fethetti. Bu olay, Yarımada'nın Yeniden Fethi (Reconquista) sürecini tamamladı ve İspanya'yı tam bir Hristiyan devleti haline getirdi.
- Dini Birlik ve Engizisyon: Katolik Monarklar olarak da bilinen Ferdinand ve Isabella, krallıkta dini birliği sağlamayı amaçladı. 1478'de İspanyol Engizisyonu'nu kurdular ve 1492'de Elhamra Fermanı ile din değiştirmeyi reddeden Yahudileri İspanya'dan çıkardılar.
İNGİLTERE
Britanya Devleti'nin ilk kuruluşu, 1 Mayıs 1707 tarihinde yürürlüğe giren Birlik Yasaları (Acts of Union) ile gerçekleşmiştir. Bu yasalar, o zamana kadar ayrı ayrı varlıklarını sürdüren iki bağımsız krallığı, yani İngiltere Krallığı (Galler dahil) ve İskoçya Krallığı'nı birleştirerek tek bir siyasi devlet kurmuştur: Büyük Britanya Krallığı.
Temel Oluşum Süreçleri:
- Taçların Birleşmesi (Union of the Crowns - 1603): İngiltere Kraliçesi I. Elizabeth'in çocuksuz ölümü üzerine, en yakın akrabası olan İskoçya Kralı VI. James, İngiltere tahtına da geçerek I. James adını almıştır. Bu olay, iki krallığı aynı hükümdarın yönetimi altında birleştirmiş, ancak İngiltere ve İskoçya'nın parlamentoları, kanunları ve yönetim sistemleri ayrı kalmaya devam etmiştir.
- Birlik Yasaları (Acts of Union - 1707): Yaklaşık bir asır süren ortak monarşi döneminden sonra, siyasi ve ekonomik gerekçelerle (özellikle İskoçya'nın ekonomik güvenlik ihtiyacı ve İngiltere'nin siyasi istikrar kaygıları) Kraliçe Anne döneminde birleşme görüşmeleri hızlanmıştır. İngiliz ve İskoç parlamentolarının kabul ettiği bu yasalarla, iki krallık tek bir Büyük Britanya Krallığı adı altında birleşmiş ve tek bir Büyük Britanya Parlamentosu kurulmuştur. Bu birleşme, modern Britanya Devleti'nin resmî başlangıcı olarak kabul edilir.
- İrlanda'nın Katılımı (1801): 1801 yılında ise İrlanda Krallığı, ayrı bir Birlik Yasası ile birleşime katılmış ve devletin adı Büyük Britanya ve İrlanda Birleşik Krallığı olarak değiştirilmiştir. 1922'de İrlanda'nın büyük bir bölümü bağımsızlığını kazanınca, devletin adı günümüzdeki resmî adı olan Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik Krallığı olmuştur.
OSMANLI
Osmanlı İmparatorluğu'nun en parlak ve en çok yükseldiği dönem, genellikle İstanbul'un Fethi'nden (1453) sonra başlayan ve Kanuni Sultan Süleyman döneminde (1520–1566) zirveye ulaşan Yükselme Dönemi olarak kabul edilir. Çaldıran Savaşı, 23 Ağustos 1514 tarihinde Osmanlılar ile Safevî Devleti arasında olmuştur. Osmanlı'nın en güçlü olduğu dönem 1520 ile 1560 arasıdır. Büyümeye başladığı dönem ise 1514’te Yavuz’un Kürtlerle yaptığı ittifaktan sonrasıdır
MİKRO DÜZEYDEKİ ÇÖZÜMLER
- Tarihsel bir benzerlik arıyorsak buna en uygun örnek İngiltere’dir. Çünkü:
- İngiltere bir imparatorluk bakiyesi ülkedir. Türkiye de Osmanlı İmparatorluğu’nun bakiyesidir. Olgulara yeni bir devlet mantığıyla bakmak başka, bir imparatorluk ve büyük devlet tecrübesiyle bakmak başkadır.
- Kürtlerle İrlandalılar arasında bir benzerlik vardır. İngilizler bir Germen kavmidir, dilleri İngilizcedir. İrlandalılar bir Kelt kavmidir, dilleri kendilerine özgüdür. Tıpkı Türkçenin bir Altay dili, Kürtçenin ise Hint-Avrupa dili olması gibi.
- İrlandalılar, Büyük Britanya kurulduktan 100 yıl sonra, 1800 yılında Büyük Britanya’ya katılarak “Büyük Britanya ve İrlanda Birleşik Krallığı” adını almış ve bir dünya imparatorluğu olmuştur. Kürtler de 1512 yıllarında, Fetret Devri’nden kısa süre önce Osmanlı’ya gönüllü olarak iş birliği yapmış ve Osmanlı bir dünya imparatorluğu olmuştur.
- Kuzey İrlanda, Katolik olarak dini ve etnik ayrımcılığa uğradığına inanarak IRA çatısı altında çatışmalı ve kanlı bir sürece başvurmuştur. Kürtler de yıllarca kendi dillerinin ve kültürlerinin inkârına ve ayrımcılığına inanarak çatışmalı sürece destek vermiştir.
- IRA örgütünün illegal bir silahlı gücü yanında, kendisine yakın bir legal partisi de olmuştur. Türkiye’de de durum bundan farklı değildir. Çatışma, 1998’deki Belfast Anlaşması (Hayırlı Cuma Anlaşması) ile sona ermiştir. Bu anlaşma, güç paylaşımını, Kuzey İrlanda'nın anayasal durumunu ve silahsızlanma sürecini düzenleyerek büyük ölçüde şiddeti azaltmıştır.
- Cumhuriyetin birinci yüzyılındaki “redd-i miras” anlayışına karşılık, ikinci yüzyılda mirasına sahip çıkması gerekir.
- Türkiye, dış Türklere sahip çıktığı gibi Türkiye dışındaki Kürtlere de hamilik yapmalıdır.
- Kürtlerin kimlikleri, ana dilleri, eğitimleri ve kendi kültürlerini yaşamaları anayasal güvence altına alınmalıdır.
- Türkler; hangi duyguyla Kürtlerin ayrılmasını istemiyorlarsa, Kürtlere de Türklerin ayrılmaması için aynı duyguları kazandırması gerekir.
- Türkler için ne istiyorsak, aynı şeyi Kürtler için de istiyorsak kardeşliğe hiçbir söz söylenemez.
Yorumlar
Kalan Karakter: